Amerika’yı Yeniden Beklemeye Almak. (Make America Wait Again). Donald Trump’ın enerji politikası işte buna varıyor. Bütün saatleri durdurun, teknoloji devrimini askıya alın, fosil yakıtlardan temiz enerjiye geçiş sürecini elden geldiğince erteletin.
Kaynak: The Guardian, 18 Ocak 2017
Amerika’yı Yeniden Beklemeye Almak. (Make America Wait Again). Donald Trump’ın enerji politikası işte buna varıyor. Bütün saatleri durdurun, teknoloji devrimini askıya alın, fosil yakıtlardan temiz enerjiye geçiş sürecini elden geldiğince erteletin.
Trump, makina ve teknoloji düşmanlarının (luddites) hayalini kurdukları başkan: ellerindeki petrol ve kömür rezervlerini son damlasına kadar sıkıp posasını çıkartmalarına izin verecek olan adam o çünkü. Ona ihtiyaçları var çünkü bilim, teknoloji ve, insanların güvenli ve istikrarlı bir dünya talepleri onları tam anlamıyla şapa oturtmuş durumda. Kazanabilecekleri adil bir dövüş müsabakası kalmadı artık; dolayısıyla, son umut olarak, müsabakada şike yapacak bir hükümete bakıyorlar.
Trump da, bu amaçla, bakanlar kuruluna evrensel bir suç işlemiş insanlardan bazılarını tayin etti: Belirli ülkelere ya da gruplara karşı değil, yeryüzünde herkese karşı işlenmiş bir evrensel suç bu.
Son zamanlarda yapılmış bazı araştırmalar şunu ortaya koyuyor: İklim değişikliği konusundaki Paris anlaşmasının öngördüğü türden çok sıkı önlemler alınmazsa, sadece Güney kutbunda (Antarktika’da) görülecek buz erimesi, deniz seviyelerinin bu yüzyıl içinde 1 metre, gelecek yüzyıllarda da 15 metre yükselmesine sebep olacak. Bunu, Kuzey Kutbu’nda (Grönland’da) meydana gelecek erime ve deniz suyunun sıcak yüzünden genleşmesiyle birleştirirseniz, dünyanın büyük şehirlerinin birçoğunun varlığının düpedüz tehlike altında olduğunu görürsünüz.
Kuzey ve Orta Amerika’da, Orta Doğu’da, Afrika’da ve Asya’nın büyük bölümünde canalıcı önem taşıyan tarım bölgelerinin iklim yüzünden yıkıma uğraması ortaya öylesine büyük bir güvenlik tehdidi çıkaracaktır ki bunun yanında diğer tehditlerin topu solda sıfır kalacaktır. Suriye’deki iç savaş, esaslı ve köklü politikalar benimsenmediği takdirde, dünyayı nasıl bir gelecek beklediğini gösteren bir pencereden bakmak gibi.
Riskler somut gerçeklere dönüşürse bunlar, bizim uyum sağlayabileceğimiz şeyler değil. Bu krizler, bizim onları karşılayabilme kapasitemizden daha büyük olacak. Bunlar toplumların hızla ve kökten bir şekilde basitleşmesine yol açacaktır; yani, biraz sertçe söylersek, bu yalınlaşma medeniyetlerin ve bunların destekleyip ayakta tuttuğu birçok halkın sonunun gelmesi anlamına gelmektedir. Böyle birşey olursa bu, yeryüzünde gelmiş geçmiş en büyük suçun işlendiği anlamına gelir. Trump’ın önerdiği bakanlar kurulunun üyeleri de, bu suçun başlıca failleri arasında yer almaktadırlar.
ExxonMobil petrol şirketinin baş yöneticisi Rex Tillerson’ı dışişleri bakanı olarak atayan Trump, böylelikle yalnızca fosil ekonomisine “sizin yanıbaşınızdayım” garantisini vermekle kalmıyor, aynı zamanda başka bir destekçisine, yani Vladimir Putin’e de huzur ve destek sağlamış oluyor. Exxon ile Rus devlet şirketi Rosneft arasında Kuzey Kutbu’nda (Arktik’te) petrol rezervlerini işletmek üzere 500 milyar dolarlık bir anlaşmanın taşeronluğunu yapan şahıs bizzat Tillerson idi. Bu hizmeti karşılığında kendisine Rusya’nın Dostluk Nişanı bizzat Putin tarafından takdim edilmişti.
Sözkonusu anlaşma, Rusya’nın Ukrayna’yı istila etmesi üzerine ABD’nin Rusya’ya dayattığı yaptırımlar yüzünden durduruldu. Yaptırımların Trump hükümetinde şimdiki halleriyle sürdürülmesi olasılığı, en yakın ondalık hanesi içinde bakacak olursak, bir kartopunun cehennemde erimeden kalması olasılığı ile aynıdır. Eğer Rusya gerçekten ABD seçimine müdahale ettiyse, bu anlaşmanın canlandırılmasıyla birlikte cömertçe ödüllendirilmiş olacaktır.
Trump’ın enerji bakanı ve içişleri bakanı adaylarının ikisi de iklim değişikliği inkârcısı. Ve –ne tesadüftür ki– her ikisinin de fosil yakıt endüstrisi tarafından desteklendiğine ilişkin uzun bir tarihî geçmiş mevcut. Trump’ın adalet bakanlığı için önerdiği isim olan Senatör Jeff Sessions’ın bir petrol şirketine arazi kiraladığı yolundaki bilgiyi çıkar çatışmalarını araştıran etik komisyonuna vermekten kaçındığı iddia edilmekte.
Çevre Koruma Kurumu’nu (EPA) yönetmekle görevlendirilen Scott Pruitt ise, çalışma hayatının büyük bölümünde işte bu Çevre Koruma Kurumu’na karşı kampanyalar yürütmekle geçirmiş bir şahıs. Oklahoma Eyaleti başsavcısı iken EPA’ye karşı 14 dava açmış, bu davalarda başka şeylerin yanı sıra Kurumun Temiz Enerji Planı’nı hukuken hükümsüz kılmak, kömür işletmelerinde açığa çıkan cıva ve diğer ağır metallerin EPA tarafından sınırlandırılmasına ilişkin hükümleri kaldırmak ve EPA’in içme suyu kaynaklarını ve yaban hayatını koruma altına almayı öngören hükümlerini kaldırtmak amacını gütmüştür. 14 davanın 13’ünde davacı taraf olarak, Pruitt’in kendi seçim kampanya fonlarına ya da kendisine bağlı siyasi kampanya komitelerine parasal katkı yapan şirketlerin bulunduğu da iddialar arasında.
Trump’ın atamaları, benim Kirlenme Paradoksu adını verdiğim olgunun yansımaları. Buna göre, bir şirket ne kadar çok kirletiyorsa, siyasette o kadar çok para harcamalıdır ki, yapılacak düzenleme ve regülasyonlar yüzünden yokolup gitmesin. Dolayısıyla, seçim kampanyalarının finansmanında en pis şirketler daima baskın çıkmakta, en büyük nüfuzu onların kullanması, daha temiz rakiplerinin de safdışı kalması sağlanmaktadır. Trump’ın kabinesi, siyasi kariyerlerini tepeden tırnağa pisliğe borçlu olan insanlarla dolu.
Bir zamanlar, fosil yakıtları geliştirip işletmenin insanî yararlarının, bu yakıtların getireceği zarardan fazla olduğunu ileri sürmek, ama doğru ama yanlış, mümkündü. Oysa şimdi, riskleri apaçık terimlerle ortaya koyan çok daha rafine hale gelmiş bir iklim bilimi ile temiz enerji teknolojilerindeki büyük maliyet düşüşleri bir araya gelince, bu argüman kömür yakıtlı bir termik santral kadar demode hale gelmiş durumda.
ABD geçmişi eşeleye dursun, Çin yenilenebilir enerjiye, elektrikli arabalara ve yeni akü teknolojilerine dev ölçekte yatırım yapmakla meşgul. Çin hükümeti bu yeni endüstri devriminin 13 milyon kişiye istihdam yaratacağını ileri sürüyor. Bu iddia, Trump’ın kömür işletmelerinin canlandırılması suretiyle milyonlarca kişiye yeni istihdam alanı yaratacağı yolundaki vaadinin aksine, hiç olmazsa gerçekleşme ihtimalini bağrında barındıyor. Mesele sadece, ortada daha iyileri varken eski bir teknolojiye dönmenin zorluğundan ibaret değil; aynı zamanda kömür işletmeciliği artık öylesine otomasyona uğramış durumda ki, bu sektörde yeni istihdama da pek yer kalmamış durumda. Trump’ın fosil çağını canlandırma girişimi, kömür ağalarından, kömür baronlarından başka kimsenin işine yaramaz.
Sosyal yorumcular, gayet anlaşılır bir şekilde, Trump’ın bu konuşlanmasında birkaç ışık huzmesi bulmaya çalışıyorlar. Ama burada hiçbir ışık yok. Trump, gerek halka yaptığı konuşmalarda, gerek Cumhuriyetçi parti platformunda, gerekse yaptığı atamalarda şunları apaçık ortaya koydu: İklim bilimine ve temiz enerjiye ayrılan fonları kısmak, Paris anlaşmasını yırtıp atmak, fosil yakıtlara yapılan sübvansiyonları sürdürmek, Amerikan halkını ve dünyanın geri kalanını kirli enerjinin zararlı etkilerinden korumaya yönelik yasaları iptal ve ilga etmek için mümkün olan en büyük gayreti göstermek niyetinde.
Trump’ın başkan adaylığı yerleşik iktidara meydan okuyan bir ayaklanma olarak sunuldu. Ama, onun iklim değişikliği konusundaki pozisyonu, aslında en başından beri apaçık olması gereken şeyi ortaya çıkarıyor şimdi: Gerek kendisi, gerekse takım arkadaşları yerleşik muktedirleri temsil ediyorlar; başkaldıran teknolojilerle savaşıyorlar, can çekişen demode işletme modellerine karşı girişilen siyasi meydan okumaları imha etmeye çalışıyorlar. Değişim dalgalarına ellerinden geldiği ölçüde bir süre daha set çekmeye çalışacaklar. Ondan sonra da dalga dalgakıranı yıkıp geçecek.
İngilizce’den Türkçe’ye çeviren: Ömer Madra